Bir Tarantino Katarsisi!

Bir Zamanlar... Hollywood’da filmi üzerinden Tarantino'ya genel bir bakış!


Bahadır Şenkaya

Birkaç gün önce izlediğim Tarantino’nun son filmi Bir Zamanlar Hollywood’da (Once Upon A Time In… Hollywood) , benim ve filmi birlikte izlediğim arkadaşlarımın yanı sıra okuduğum birçok yorumda da gördüğüm üzere çoğu izleyici nezdinde beklentilerin altında kalmış bir filmdi. Alıştığımız Tarantino başyapıtlarından biri değil ancak 1969 dönemini çok iyi yansıttığını söyleyebilirim. Bunu nasıl başardı sorusunun cevabı, dev bütçeli şahane prodüksiyon tasarımı, yıldız oyuncuları ve sinema okullarında ders niteliğinde anlatılacak görüntü yönetmenliğinde saklı.

Kariyeri düşüşe geçmiş alkolik bir aktörle onun her türlü işine koşan dublörü üzerinden bir hikâye anlatıyor. Film ayrıca Sharon Tate cinayetini de kendince yorumlayarak tıpkı Soysuzlar Çetesi’nde olduğu gibi alternatif bir tarih yazıyor.

Tarantino’nun “Pulp Fiction’dan sonraki en iyi filmim” olacak dediği bu film hem yerli hem de yabancı eleştirmen ve izleyicilerin çoğunda hayal kırıklığı yarattı. Filmin basın gösterimini izleyen sinemacı ve eleştirmenler de attıkları tweetler ile yaşadıkları hayal kırıklığını dile getirdiler.

Alışılagelmiş senaryo yapısına hiç uymayan bu filmin, içinde herhangi bir hikâye barındırmadığını söylesek yanlış olmaz. Zira hikâye öykü dediğimiz şey normalde nasıl işler? Ana karakterimizin bir arzusu vardır hedefi vardır ve bunu gerçekleştirmeye çalışır. Biz de onun hedefine giden yolda karşılaştığı zorlukları engelleri ve bu engellerle nasıl mücadele ettiğini izleriz. En önemlisi ana karakter bir dönüşüm geçirir, filmin başında A noktasındayken finalde B noktasına gelmiş olur. İşte tam da bu yüzden bu filmin bir hikayesi olduğunu söyleyemeyiz. Filmimizde iki tane ana karakter var, biri Leonardo DiCaprio’nun oynadığı Rick Dalton karakteri diğeri de Brad Pitt’in oynadığı Cliff Booth karakteri. Baktığımız zaman Rick Dalton filmin başında artık köşeye atılmış popülerliğini ve zenginliğini kaybetmiş başarısız bir adam iken sonunda İtalya’ya gidip spaghetti western filmlerde oynuyor, orada kazandığı parayı da Roma’da harcıyor. Sonuç olarak başladığı noktadan farklı bir yere gelmiyor. Diğer karakterimiz Cliff Booth ise zaten Rick Dalton’un dublörü, dolayısıyla Rick başarısızken o da başarısız, filmin sonunda da yine hem ekonomik olarak hem de kariyer anlamında başladığı noktada bitiriyor. Yani hikâye hiçbir yere gelmiyor. Ana karakterimizin bir amacı var, gözden düşmemek ve başarısız olmamak ancak gerçekleşmiyor ve bununla ilgili de bize hiçbir şey vermiyor.

Gerçek Bruce Lee bu değil!

Tarantino’nun acımasız davrandığı bazı kısımlar göze çarpıyor. Onlardan biri de Bruce Lee’ye yazdığı tipleme. Dünyaca ünlü ve başarılı dövüş ustasına Cliff’ten dayak yedirmenin nasıl bir mantıkla yazıldığını anlayamıyorum. Tarantino’nun Lee’ye karşı neden böyle nefretle dolu olduğunu da sanırım kimse çözemedi. Onun dışında Tate’in kocasına armağan etmek için bir roman almaya gittiğinde, sinema salonuna gidip kendi filmini izlediği sekans. Burada da Tate’i “aptal sarışın” gibi göstermedeki ısrarlı çaba, bana pek manalı gelmedi.

Biraz da Tarantino

Tarantino, malum sinemayla yatıp kalkan biri ve bugüne kadar kendi zevklerine, beğenilerine, değer verdiği türlere, oyuncu ve yönetmenlere yönelik filmler çekti, öyküler anlattı. Lakin bence hiçbir zaman orijinal olamadı, tür yenileyici, yeniden harmanlayıcıydı. Literatürdeki ismiyle “post-modernist” bir çabaydı onunki. Bugünden geriye bakarken sadece sevdasını, tutkusunu ön plana çıkardı. Ne bir toplumsal bakışa ne politik dokunuşlara (siyahi kahramanlı filmleri bile, belli türleri yeniden yaşatmanın, hatırlatmanın ürünüydü) , ne sosyokültürel tavırlara yeltendi. Bu elbette onun tercihi ama böylesi bir yaklaşım da çoğu kez anlattıklarını, bağlamlarından kopardı.

Sonuç olarak

Filmde genel olarak bir tahmin edilemezlik vardı. Sık sık “şimdi şu olacak” dediğim oldu ancak hiç tutturamadım. Evet pek bir öyküsü hikayesi yok ama yine de sahnelerdeki olayları tahmin etmek gerçekten çok zor. Mesela hippilerin kaldığı yerin yaşlı sahibini ölü ya da yaralanmış şekilde görürüz diye tahmin ediyordum, adam alzheimer çıktı. Yani klişelerden uzak bir filmdi diyebilirim.

Biliyorsunuz ki Clint Eastwood tarzı western film aktörlerinin hepsi sigara reklamlarında rol almıştır. Filmlerde de sigaraya özendirmek ve sigarayı gelişmemiş ülkelerde daha havalı bir şeymiş gibi göstermek için sık sık kullanılan bir ürün haline getirmişlerdir. Sigara içmek kovboylar ve havalı baş kahramanların işidir mesajı bilinç altımıza çoktan işlendi bile. Bu aktörlerin çoğu sigara sebepli kanserle ölmüşlerdir ama bizde oluşturdukları sigara=cool havası hala geçmemiştir. DiCaprio'nun film boyunca öksürüp balgam çıkarması bize bu sigara olayının arka planını göstermiştir bir nevi.
Oyunculuklar bazında da oldukça başarılı bir film. Özellikle DiCaprio’nun oyunculuğu şahane. Ayrıca Tarantino ayak ve kan fetişini bu filminde de es geçmemiş.

Sonuç olarak Tarantino’nun Manson çetesinin işlediği Sharon Tate cinayetini farklı yorumlayarak tıpkı Soysuzlar Çetesi’nde (Inglourious Basterds) olduğu gibi tarihi yeniden yazma işine soyunduğu ve geçmişin katillerinden, şiddete yüklenerek ve ortalığı kan gölüne çevirerek bir tür intikam aldığı (ya da seyirciyi katarsis hissini yaşattığı) Bir Zamanlar Hollywood’da, izlenmesi zevkli ve sürükleyici bir film.

Kişisel olarak puan bazında bir değerlendirme yapacak olursam, bu filme 4/10 verirdim.